Selâmün Aleyküm Kimin Selamı?
Kayseri’nin soğuk bir sabahında, kalbim bir yelken gibi sallanıyordu. Uykusuz geçen bir gecenin ardından güne başlamak her zaman zor gelirdi ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerim hala uykulu ama bir şey vardı, içimde beni bir yerlere götürecek gibi hissettiren bir şey. Sokakta yürürken, adımlarım biraz daha hızlı, biraz daha kaygılıydı. İçimde bir şeyler sıkışıyor gibiydi. O an, “Selâmün aleyküm kimin selamı?” diye bir soru belirdi kafamda. Hangi selamı alıyorum, kimden geliyordu bu ses? Ve en önemlisi, bu selamı hangi kalpten alıyordum?
Beklenmedik Bir Karşılaşma
O sabahın hikayesi bir tesadüf gibi başladı. İş yerime gitmek için evden çıkarken, aynı caddede sıkça karşılaştığım ama hep geçip gittiğim birinin durduğunu gördüm. Tanıdık bir yüz, ama yıllardır sadece selamlaştığımız, derinlemesine hiç konuşmadığımız biri. Ahmet… Ahmet’i tanırım, ama aslında çok da tanıdığım söylenemez. Aynı mahallede büyüdük, aynı okulda okuduk ama bir türlü tam anlamıyla yakınlaştık diyemem.
Ahmet’in bana doğru adım attığını fark ettiğimde kalbimde bir hızlanma başladı. Belki de hayatın bu kadar keskin ve hızlı bir anında bir şeylerin değişeceğini hissediyorsun ama anlamıyorsun. “Selâmün aleyküm,” dedi. O kadar basit bir cümle ki, belki hiç anlamıyorsunuz ama o cümle birdenbire zamanın bütün akışını durduruyor. Beni neyleyerek durdu bu kadar, kimdi o kişi, neden bu kadar eski bir kelimeyi kullandı?
İlk başta garip bir şekilde, içimde bir rahatsızlık hissettim. Kendimi beklemediğim bir anda, ne diyeceğimi bilmediğim bir yerde buldum. “Vealeyküm selam,” dedim ama sesimdeki tınıyı fark etmedim. O anki hislerim, her şeyin karmaşık olduğu ve tam anlamıyla açıklanamadığı bir durumda sıkışıp kalmıştı.
Hayal Kırıklığı ve Anlık Kararlar
“Ne haber, nasılsın?” sorusu bana bir anda ağır geldi. Sanki bir şeyin değişmesini bekliyordum ama hiçbir şey değişmedi. “İyi, işte,” dedim, her zaman söylediğim gibi. Ama bu kelimeler o kadar boş geliyordu ki. Sadece bir şeyler söylemiş olmak için söyledim. İçimde, bir şekilde o sorunun doğru cevabını alamamış gibi hissettim.
Bir süre birbirimize baktık, sokakta soğuk rüzgarın uğultusu dışında hiçbir ses yoktu. O kadar basitti ki, bu karşılaşma, ama bir o kadar da doluydu. Neden bu kadar duygusal bir yük taşıdım, neden bu kadar içime işledi? Ahmet’in gözlerindeki o tanıdık bakış bana bir şeyler hatırlattı. Hayatın ne kadar hızlı aktığı, bir anın ne kadar değerli olduğu ama bir şekilde bu hızı yakalayamadığım… Sonra birden fark ettim, o kadar uzun zamandır “görünür” olmak için çaba harcıyordum ki, en basit bir karşılaşma bile beni bir yerlere çekebiliyordu.
Hüzün ve Yeni Bir Başlangıç
Ahmet, gözlerinde hafif bir gülümseme ile “Yine görüşürüz,” dedi ve hızla uzaklaştı. Ben kaldım, geriye dönüp bakarak, onun uzaklaştığı yolda. O kadar basit bir an, belki de o kadar değerli olmayan bir konuşma… Ama ben hala o anı içimde taşıyordum. Selâmün aleyküm kimin selamı sorusu, bir anlamda kendi iç yolculuğumun sorusuna dönüştü. O selam, sadece Ahmet’in selamı mıydı? Yoksa geçmişin, kaybolan anların ve unutulmuş ilişkilerin bir yankısı mıydı?
Kendimi yalnız hissettim ama bu yalnızlık biraz da içsel bir farkındalıktı. Bir şeyler eksikti ama ne olduğunu bilmiyordum. Kayseri’nin o soğuk sabahı, bana belki de hatırlatmak istediği şey, hayatın hızla geçtiği, bazen bir selamın bile insanın duygusal dünyasını değiştirebileceğiydi. İnsanın hayatta en çok ihtiyaç duyduğu şey, belki de sadece bir selamdır; ama o selamın kimin tarafından verildiği, nasıl bir kalpten geldiği, tam olarak anlamını belirler.
İşte o an, içimde bir umut kıvılcımı doğdu. Belki de hayatta her şey, beklediğimiz o basit anlarda gizlidir. Belki de duygusal anlamda bir şeyler başlatmak için, bazen sadece bir selam yeterlidir. Ve ben, her şeyin farklı bir şekilde başlaması için hazırdım. O an, “Selâmün aleyküm kimin selamı?” sorusunun cevabını aramaya başladım. Kim bilir, belki de cevabı sadece içimde bulabilirim.