Hangi kitapların yasaklandığını konuşmayı seviyorum; çünkü bu soru, bir toplumun neyi öğrenmekten, tartışmaktan ve hatırlamaktan korktuğunu ortaya koyar. Gelin, arkadaş arasında açık açık konuşur gibi, kökeninden bugüne ve yarına uzanan bir yolculuk yapalım: Kim, ne zaman, hangi yöntemle “okunmasın” diyor ve esasen neyi koruyor?
Hangi kitap yayınları yasaklandı? Sorunun kökeni: Günah listeleri ve “tehlikeli fikirler”
Yasaklama refleksi yeni değil. Dini otoritelerin “tehlikeli” gördüğü metinleri listelerle dışlaması, imparatorluk sansürleri, sömürge idaresinin dil politikaları… Hepsi aynı sezgiye dayanıyordu: Fikir dolaşımı güçtür; akışı kesersen toplumu kontrol edersin. Tarih bize bir şey daha söylüyor: Yasak listeleri çoğu zaman bir çağın korkularının en dürüst arşividir.
Devlet yasakları: Sert çekirdek
Devletler üç klasik gerekçeye yaslanır: “ahlak”, “millî güvenlik” ve “kamu düzeni”. Bazı romanlar “müstehcen”, bazı araştırmalar “bölücü”, kimi anılar “rejim düşmanı” diye damgalanır. Kimi ülkelerde mahkeme kararlarıyla toplatma, ithal yasağı, ISBN reddi; kiminde dağıtımcıya baskı, kütüphanelere “raf temizliği” gelir. Tarihî örnekler, bugün bize iki gerçeği fısıldar:
1) Yasaklar geçicidir; fikir, dolaşacak yolunu bulur.
2) Geçici olan sansür değil, onu meşrulaştıran “gerekçe”dir; her dönemde yeni bir maske takar.
Yumuşak yasaklar: Pazarın, platformun ve prosedürün görünmez duvarları
Bugünün en etkili yasakları, kanunda değil sözleşmelerde yazılı. “Topluluk kuralları” DIY sansürün evrensel dili oldu.
— Dağıtım zinciri: Büyük perakendeciler, dağıtımcılar ve e-kitap mağazaları “listelenemez” dedi mi, fiilî yasak başlar. Hukuk susar; stok, raf ve arama motoru konuşur.
— Ödeme altyapısı: Ödeme sağlayıcı “risk” görürse satış biter; yargı kararı olmadan “erişilemezlik” gerçekleşir.
— Algoritmalar: Tavsiye sistemleri görünürlüğü kısınca, kitap “yok hükmünde” kalır. Adı konmamış bir gölge yasak doğar.
— İade ve reklam politikaları: “Reklam verilemez”, “hedeflenemez” etiketleri, özellikle küçük yayınevleri için ölüm öpücüğüdür.
Okul ve yerel kurullar: Müfredat savaşları
Bir kitabın yasaklanması çoğu kez ulusal değil yerel bir karardır. Okul kurulları, veli itirazları, belediye kütüphanelerinde “yaş uygunluğu” tartışmaları… Burada yasak dili çoğunlukla “koruma” retoriğiyle konuşur: Çocukları, geleneği, düzeni korumak. Fakat şu soruyu sormadan geçemeyiz: Korunan kim ve neye karşı? Bir öğrenciyi “rahatsız eden” metin, belki de tam da o rahatsızlık sayesinde ufuk açıyordur.
Bugün: “Yasak”ın kılık değiştirmiş halleri
Artık bir kitabı yasaklamak için mahkeme duvarlarına gerek yok.
— Arama ve keşif: Anahtar kelimeleri “görünmezleştirmek” erişimi fiilen bitirir.
— Format politikaları: Sesli kitap platformları, “seslendirmeye uygun değil” diye reddedebilir; bas-on-demand hizmetleri, “içerik politikası” uyarınca baskıyı durdurabilir.
— Coğrafi kilitleme: E-kitaplar ülke bazlı engellenir; aynı başlık bir yerde “normal”, başka yerde “yasaklı”dır.
— Meta-veri sansürü: Kategori, etiket ve özet metin üzerinde baskı, kitabın arama sonuçlarındaki varlığını silikleştirir.
Gelecek: Makine destekli sansür ve “önleyici” yayıncılık
Yarın, yasaklar iki yönden güçlenecek:
— Otomatik sınıflandırma: Yapay zekâ, “riskli” içeriği yayımlanmadan önce işaretleyip filtreleyecek. Hata payı, özellikle azınlık anlatılarını ve deneysel edebiyatı vuracak.
— Risk-maliyet modellemesi: Yayınevleri, hukuki masraf ve itibar riski simülasyonlarıyla “baş belası” başlıklardan erken vazgeçecek. Yasak gelmeden öz sansür devreye girecek.
— Şeffaflık sorunu: Algoritmik kararların temyizi yok; yarın “neden listelenmedim?” sorusu, teknik bir karanlığa çarpacak.
Beklenmedik alanlar: Tedarik zinciri, lojistik ve iklim
Yasak, yalnızca fikir siyasetinin konusu değil; fiziksel dünyada da gölgeleri var. Kağıt krizleri, ithalat kotaları, gümrük “risk” sınıflandırmaları, ambargolar, hatta iklim kaynaklı lojistik aksamaları—hepsi belirli türleri arka plana iter. Böylece “yasak”ı andıran bir kıt görünürlük doğar: Kanunda serbest, rafta yok.
Provokatif sorular: Kim karar veriyor, kim kaybediyor?
— Bir kitabın “zararlı” olduğuna kim karar veriyor: Yargı mı, kurul mu, algoritma mı?
— Bir eser “korunması gerekenleri” mi tehdit ediyor, yoksa alışkanlıklarımızı mı?
— Eğer görünmez mekanizmalar daha etkiliyse, “ifade özgürlüğü”nü nerede savunacağız: mahkemede mi, pazaryerlerinde mi, kod satırlarında mı?
Haritalar ve çentikler: Yasakların kategorileri
Daha berrak görmek için yasakları üç basit kategoriye ayıralım:
1) Hukuki yasak: Toplatma, satış yasağı, ithal yasağı; mahkeme ve mevzuatla.
2) Kurumsal yasak: Okul, kütüphane, fuar ve festival kurallarıyla raf dışına itme.
3) Piyasa/teknik yasak: Platform, ödeme, arama ve lojistik bariyerleriyle fiilî engelleme.
Gerçekte çoğu vaka, bu üçlünün kesişim kümesinde olur.
Okur ve yayınevine düşen pay: Savunma değil, şeffaflık mimarisi
Yasakları sadece “kötü niyet” olarak okumak kolaydır; fakat kalıcı çözüm, iyi niyet varsayımından değil, şeffaflıktan doğar.
— İtiraz yolları: Platform ve kurumların açık, süreli, gerekçeli itiraz mekanizmaları olmalı.
— Şeffaflık raporu: Reddedilen, sınırlandırılan, geokilitlenen başlıklar için düzenli rapor zorunlu olmalı.
— Meta-veri taşınabilirliği: Bir mağazadan atılan başlık, verisiyle birlikte başka pazaryerine taşınabilmeli.
— Sivil kütüphane fonları: Tartışmalı başlıkları rafında tutan kurumlara topluluk destekleri.
— Dijital emanet kasası: Toplatılan eserlerin araştırmacılara kontrollü erişimi için arşiv protokolleri.
Kısa cevap (ama meselenin kalbi):
“Hangi kitap yayınları yasaklandı?”—dün listelerle, bugün arama sonuçlarıyla; dün mahkeme kararıyla, bugün tedarik zinciriyle. Bazen devlet, bazen kurul, çoğu zaman da algoritma karar veriyor. Yasak, yalnızca bir sayfa koparmak değil; bir toplumun kendine kurduğu duymazdan gelme düzeni. Eğer gerçekten özgür bir okuma kültürü istiyorsak, kavgayı yalnızca mahkeme salonlarında değil, sözleşmelerde, veri setlerinde ve raf düzenlerinde de vermeliyiz.
Son söz: Rafın görünmeyen kısmını görünür kılalım
Arkadaşlar, yasakları sadece “yasaklanan kitap” başlıklarıyla değil, yasaklama mekanizmasıyla konuşalım. Hangi kural, hangi sözleşme, hangi algoritma hangi kitabı nasıl gölgede bırakıyor? Bu soruları çoğaltalım; çünkü özgür okuma, sadece kapaktan içeri girmek değil, kapağın rafta durabildiği koşulları da savunmaktır.